Gerçeklerin ışığının önünde durulmadığını inkârdan gelen gözler yalnız hayranlık dolu bakışların verebilecekleriyle körleşmiş, göz kamaştırıcı bütün görülmemişliğini, sahte kuvveti yıkıldığında, savunması çöktüğünde, kendisiyle yüzleştiğinde görür. Hiç sahip olamadığı muhakeme ile hareket eden saygılı, açık yürekli bakışlar, derin bağlılık duyan ümit ve emelin hayat haklarını koruyamaz. Simsiyah tablolar çizip, daima gözü doymaz tokluklarıyla, bitmek bilmez perişanlıklarıyla gönlü pek çok kanatır. Gerçeğe saldırarak anlamından saptırışıyla tanınıp bilinen inkârcı, sadık olanların hayatlarından çalıp çırpanların boyunu aşan, üste çıkan ölçüsüz konuşmalar gibi sözlerle davranışlar arasındaki uçurum, fırsat buldukça gururuna ağır gelir. Gönlü okuyamaz, ruha girip, duyguları kendi diliyle sunamaz, hisler ifade bulamaz. Kederleri, ümitleri, heyecanları, değerleri hakkıyla anlayamaz. En küçük bir eleştiri tehdit edici algılanır, kendisine dokunulmuş olmasından söz acılanır, ansızın sarsılan içsel denge inkâra yöneldikleriyle öfkelenir. Cazibeli sözlerin can damarından yakaladığı, bir zamanlar ruhunda esen tatlı bir rüzgâr şimdi birer feryat, hep ölçünün kaçtığı, aşırı davranışların aldatıcı, hoyrat manzaralı gerçeklerinde elbet lâyık olduğu akıbete uğrar. Gelişigüzel değil, vefayla, perde arkasından değil, beraber oluşturulmuş bir kararla, fevrilikle değil, akıl ve muhakeme yoluyla, menfaat kaygısıyla değil, şerefiyle, suçlamalarla değil, disiplinli, dayanışmayla, sadece bir mevki temin için değil, karşılıksız bir fedakârlık ve hizmet duygusuyla, şahsî ihtiraslarla değil, geçmiş mefahirin görgüsüyle, sırf keyif çatıp, sefasına bakanların elem verici manzarasıyla değil, hakikat davasını müdafaa eden vazifeli bir ruhla, gözü peklik taslayıp, ciddî anda korkaklık edenlere hitap hakkı vermekle değil, sarsılmaz iradeli gönülden duyduklarıyla, esas konuya girmeksizin değil, sorumluluktan kaçmaksızın, mahvolduklarını varsayanlarla değil, muhteşem bir gaye uğruna göze alanlarla, ruh ve seciye bakımından soysuzlaşmış, küçüklükte buluşanlarla değil, ataların kanı ve hatırasıyla bu yol üzerinde olanlarla, kıymetsizle değil, hakkı olanla arar. Ömrünün kışında güzellik değil, bezdirici söylenmeleri dinlemeye alışık, ahlar çıkararak bedbinlik gösterip, yakınır. Hiçe sayılan fazilet ve fedakârlık, o kadar zahmet uğrunda kendini inkâr, hüzün uyandırır ki, sadece ihtiyaçlarını kovalamaktan başka henüz ağrımamış kalbin, göze alacağı yüce bir maksatla muhafaza eylediği tatbiki imkânsızlığını anlatır. Benzeri az bulunan bina inşa olunup bitmek üzereyken hep yerinden çıkıp ruhu denetleyen ses, içe işler ve tekrar yıkmaya çalışmakla birdir. Ciddî mevzuları mizah konusu yapan, çirkin bir kazanç hırsıyla geri kalmışlığını inkâr ettiği sürgün hayatında, muhayyilesinde asalet, kalbindeki hususiyet hep bir seviyesizlik ihtişamıyla gelir. Hor görenin emeliyle manevî fedakârlıklara lâkayt kalındığı, zararlı, uyuşturucu prensipleri benimsetmek isteyenlere karşı gözlerin, üstün seviyeye ulaştırıcı irfanla aydınlatılamadığı, manevî kargaşalığın kendisini sorumlu saymayan yalnızca taklitle, günü kurtarıcı davranışlarına karşılık münasebetleri pek kadim zamanlara dayananların asırlarca süren var olma bilinciyle güçlü bir topluluk, inkârcılardan çıkmaz. Hep başın sert çevrilişi, dokunulmamış, birleşmez kırık kalp parçası, hep cevapsız kalan, sual etmenin değil, etmemenin daha doğru olduğu kâfi gelmez karşı koyması, hep geç kalınmışlığın duvarda patlayan yenilir yutulur olmaz öfkesi, emelin yolunu buldurmaz. İltimas ettiği hususları usanmış olmasa, uzun zamanlar sürse, neşesiz tavırların takındıkları ışığı baltalamasa, kalbi aydınlatan hiç karanlığı getirmese, güzelliği aksedenin mucizeleri asırlardan yeniden doğsa, şeref ufuklarının varan yankıları ulu adla tutuşsa, ilham olsa, gizliden gizliye düşmanca tavra, cenkleşe cenkleşe gelindiği apaçık pekâlâ bildirilse, sarsılmaz iradeli bozkır ruhu, yarınlarını tıpkı dünkü sahip olduğu sert hükmüyle tek bir bayrak altında yeniden birleştirse, uçsuz bucaksız ıssızlığında yine doludizgin koşturup, adalet bilmezlikten, abidelerdeki satırları görmezlikten gelenleri askerlik sanatının esaslarıyla tanıştırsa, yetenekler sivriltilir, mücadele güçlendirir, kahramanca bir hayat soylu yaradılışıyla yine destanlaşır. Yılmaz bir ruhla görmenin intibaları, dün yaşanmış olanlarla, yarın yaşanacak olanlardaki hakkı olanı elbet alır. Çarpışmaya hazır bulunan yaratıcı kuvveti bozamadıkları, pek katı vuruşan lavdan kanı boğamadıkları, köpüren azgın denizlerde ansızın belireni, hiç beklenmeyen yoldan dağları aşarak geleni, keskin bakışlı en seçme savaşçı, havada düşmana korku salanı, büyümek isteğiyle dirilten çok daha muhteşem işler yapacak kararlılığı hiç kimse durduramaz, bu azim kuvvet istemezse ikliminde nefes aldırmaz. Duyulanın içinde, hep arkasında kalıp unutulan bir dokunan, bunları hissettiren yüksek duygu, isteklendiren asil fikir bulunur. Günü, sırası geldiğinde bu yıpratma bitecek, her güçlüğü yenerek gönülleri ümitle dolduran ahlâk ve erdem haklarının bazılarını değerlendirerek, iddiasının doğru çıkması için kendisini başarıya ulaştıracağına inandığı yalana bağlayanları, yüksekten atıp tutanları, kendini görmeyi reddedenleri, aşırı bencil davrananları, parmağını kıpırdatmak istemeyenleri, yalnız para kazanmayı düşünenleri, havanın değiştiğini sezip, çabuk fikir değiştirenleri, sürekli kusur bulanları, tesir altında çabuk kalanları, siyasî hudut dışındaki soydaşları düşünmeyenleri, sırf çıkarcı olanları, çok fazla talepkâr, hep kurtarılmayı bekleyenleri, adalete saygının hâkim olduğu bir düzen içinde öğretir. Yokluğu, büyük varlığa çevirenlerin aziz hatırasını yüceltenler, böyle sıklıkla fikir değiştiren kimselerden vefakârlık beklenmeyeceğini bilir. Alaycı, küçültücü, bunaltıcı, kalleşçe, hicap ve azap veren manzara bütünüyle büyük bir imtihan olur. Manevî birliği bozulmaktan kurtaranların sakıncalı durumları önlemesinin yollarıyla dolu tarihî gerçekler hep maddî ve manevî fedakârlıklardan, töresinden, medeniyetinden, destanlarından, başından geçen büyük olayların eserlerinden, arkadan vurarak ihanet edenlerin ara vermeden oyunlarından bahseder, öğütler verir. Bazı karmakarışık, yanıltıcı kafalar, kaçıncı yüzyıl diye itirazda bulunur. Dünya durdukça, şanlı tarihi çok sevdikçe, destanlarını, kahramanlıklarını bildikçe, yiğitler yetiştirdikçe, ruhunda istidat oldukça, yapılan kahpelikleri unutmadıkça ve muhteşem saydığının uğrunda ad bırakmadan kendisi de bittikçe, kaçıncı yüzyıl olduğunun önemi yoktur. Yalnız bir an, bir zaman aralığında yaşanmış değildir ki, diğer bütün zamanlarda da şan ve şerefi uğrunda, hayatlarını feda edebilen kabiliyetteki binlerce yıllık bir hâsıla olduğu gibi yaşamaya devam edecektir. Aslî davalar sahibi başka başka ülkelerin de itibarlarını korumak isteyişleri, yarınlarını garanti altına almak istemeleri ve bunun için iştahlı oluşları, kaçıncı yüzyıl itirazlarını pek dinlememekle birlikte, kendisini sürdürmekte kararlı manevî gaye, esen rüzgâra göre değil, büyük fedakârlıkların büyümek isteğiyle yaşar. Tatlı rüya değil, şeref mirasının uyandıran ruhuyla birleşerek büyümek isteğiyle tutuşan, dünkülerin hakkını feda etmez.